Nasıl Bilirdiniz?

27 Ocak 2013 Pazar

| | | 2 yorum
Size okuduklarımdan 3-5 şey anlatayım o zaman. Doğru mu yanlış mı ben bilmem. Sıkılır mısınız onu da bilmem o yüzden 2 insanı anlatacağım:

Leonardo da Vinci:
1452 yılında İtalya’nın minik bir dağ kasabası olan Vinci’de bir noterin gayrimeşru çocuğu olarak doğuyor. Annesi Caterina’nın ya yerel bir köylü ya da Arap bir köle olduğu sanılıyor ki ressamın mürekkepli parmak izleri üzerindeki son analizler annesinin Arap olduğunu doğrular gibi. Babası başından savmak istediği Caterina’yı bir kireç ocakçısıyla evlendiriyor ve kendisi 4 kere evlenip toplamda 15 çocuğu oluyor. Annesinin de yeni evliliğinden çocukları oluyor ve bu Leo kalıyor ortada garibim. Bu ortada kalış da onu gözleme ve buluşçuluğa yönlendiriyor. Hayatı boyunca toplamda 13 bin sayfalık defterler tutuyor. O dönemde ağır bir cezası olmasına rağmen bütün ömrü boyunca 30’dan fazla insan kadavrasını kesip inceliyor. Tek nedeni de çizimlerinin doğruluk düzeyini yükseltip vücudun nasıl çalıştığını anlamak. Defterlerinden çıkan icatlar ise şöyle: ilk tank, ilk paraşüt, sıcak ve soğuk suyun birlikte aktığı ilk musluk, katlanır mobilya, otomatik kapı. Bunun ötesinde ağaç halkalarını sayma yoluyla ağacın yaşının bulunabileceğinin farkına varan ilk kişi oluyor. 
Defterlerini soldan sağa değil, sağdan sola doğru yazıyor. Yazılarını ancak bir ayna ile doğru şekilde okuyabiliyorlarmış. Takıntılarından bir diğeri de kafeslerdeki kuşları serbest bırakmakmış. Baya da güzel, yakışıklı adammış aslında. Son Akşam Yemeği’ni doğrudan kuru alçı üzerine yapması iyi bir fikir olmuyor ama. Bugün gördüğümüz şeyin hemen hepsi restorasyon uzmanlarının eseriymiş.

Sigmund Freud:
Freud babasından nefret ederek büyüyor. Babasının hem bir işte dikiş tutturamamış oluşu hem de daha önce iki kez evlenmiş oluşu buna neden oluyor. Çocuklukta da ikame baba rolünü üstlenecek kahramanlar buluyor kendine. Hannibal, Oliver Cromwell, Napolyon. On yaşındayken küçük kardeşlerinden birine isim koyma hakkı verildiğinde Büyük İskender’e atfen Alexander ismini seçiyor. Kendi oğullarından birine de Cromwell’den dolayı Oliver ismini koyuyor hatta. Annesine de taparcasına bagli. Oedipus kompleksi oluşuyor.
Viyana Üniversitesi’ndeki tıp eğitiminde yılan balığının cinsel yaşamını çözmeye çalışıyor. Böyle de manyak bu adam yahu. Çözemeyince nörolojiye yöneliyor. Aslında Freud yaşamı boyunca içten içe erkeklere de bir ilgi besliyor hatta ilk aşkı Carl Jung oluyor. Öyle bir paranoyak ki bu Freud, Jung’ın kendisini öldürüp yerine geçmek istediği kanısına varıyor. İlişkileri bitiyor sonradan. Evleniyor 30 yaşında. Sofrada çocuklarıyla konuşmak yerine tabağının önüne arkeolojik antika eşyalar koyup onu incelermiş yemek boyunca. Terapist arkadaşının tavsiyesi üzerine ruhsal çalkantılarını kokainle tedavi etmeye çalışıyor. Hatta ilk sonuçlardan memnun kalıp nişanlısını ve yakın arkadaşını da kokaine başlatıyor. Yakın arkadaşı ciddi bir biçimde bağımlı olunca kendisi kokain tüketimini azaltıp puroya başlıyor. Günde 20 tane içiyor bu da ağız kanserine neden oluyor. Otuz ameliyat geçiriyor. Bütün üst çenesi ve damağının sağ tarafı alınıyor. Yemek yiyebilmesi ve konuşabilmesi için ağzına uygun bir plaka takılıyor. Bu salak Freud (ama öyle) yine akıllanmıyor ve çamaşır mandalıyla açık tuttuğu ağzıyla puro içiyor. Hey allahım bu Freud.


Katya'nın Yazı - Trevanian

22 Ocak 2013 Salı

| | | 0 yorum

Trevanian - Katya’nın Yazı bitti bugün. Dün gece o kadar uykum geldi ki, çok savaş verdim bitirmeden uyumamak için ama 230 sayfayı bir gecede okumak insanı yorabiliyor. Söyleyeceğim çok şey var, ama az şey söyleyeceğim:
Uzun zamandır hem bir solukta bitirmeyi hem de yıllara yayarak okumayı isteyeceğim bir kitap olmamıştı.
Merak duygusunu ara ara azaltıyor, anladım diyorsunuz; her şeyi anladığınıza inandığınız bir anda aslında olayın öyle olmadığını anlatarak merakınız bitmeden kat kat arttırıyor. Bir solukta okunacak kısalıkta, uzun süre etkisi altında bırakacak güzellikte bir kitap benim gözümde kendisi. Yaşanan her olay gözünüzde o kadar güzel canlanıyor ki, film izliyor gibi oluyorsunuz çoğu kez.
Fotoğrafsız alıntılar:
“Sessizliği paylaşırız, el ele tutuşuruz, konuşmaya ihtiyaç duymayız… Yoo, daha iyisi ilişkimiz konuşmanın ötesinde olur.”
“Ben geleceği hep yığınlar halinde ‘bugün’ olmayı bekleyen yarınlardan oluşmuş diye görürüm.”
“Zaman da çelişkili bir tutum içindeydi. Bir yandan donmuş gibi yerinde duruyor, bir yandan parmaklarımızın arasından akıp kaçıyordu.”
“Ama şimdi, yıllar sonra bile kolumdaki elinin basıncını ve sıcaklığını hissedebiliyorum. Sanki sinirlerimin ve kafamınkinden ayrı, kendilerine özgü bir belleği varmış gibi.”
“İnsan doğduğu gibi kalıyor. Şaşırmamak gerekir.”
“Kelimeler oynanmak için değilse, ne için icat edilmiş ki?”
“İnsanın kafasını boşaltıp neşeyi değilse bile en azından huzuru aramayı öğrenmesi şart. Başka nasıl yaşanabilir?”
“…mutluluğumuzu herkesle paylaşırız. Yabancılarla bile. Önemli olan hüznü ve acıları paylaşmaktır.”
“İnsanın kendini farklı sanmasından daha sıradan, daha olağan bir şey yoktur.”
“Ertelenen acı, azalmış acıdır.”
“Gençlik insana geçici bir konuktu çünkü. Yaşlılık ise ölene kadar sizinle beraberdi”
“Acıyı artık duymuyorum. Ama onun acısını hatırlıyorum. Hem de canlıymış gibi.”
Fotoğraflı alıntılar:













The Words (2012)

20 Ocak 2013 Pazar

| | | 0 yorum
İzlesenize bu filmi. Güzel, hoş. Ben içten içe pek sevdim de siz de sevebilirsiniz belki.















Piraye'den Nazım'a Mektup

14 Ocak 2013 Pazartesi

| | | 0 yorum















Hep Nazım’dan mı olacak? Bu sefer de Piraye’den bir mektup olsun.

“…
Bir defter al hatıralarını, her gün duyduklarını yaz. Eminim ki mektupların kadar güzel olacaktı.
Beni şimdiye kadar hiç üzmedin, böyle kötü şeyler düşünme.
Güler yüzlü olur muyum bilmem ama, senin yanında her zaman dünyanın en bahtiyar kadını idim, öyle de kalacağım. Kocasından on sene sonra, atıldığı hapisten hala aşk mektupları alan kadının bahtiyar olmaması için ancak deli olması lazım. Sen en güzel senelerini bana verdin, en güzel aşk şiirlerini bana yazdın. En kuvvetli yazılarını benim yanımda yazdın, bütün eserlerinde benden bir parça var.
Yüzündeki birkaç çizgi de benim yüzümden olmadı mı Nazım?
Seninle ben aynı insanız gibi geliyor bana. Sen ağladığın zaman ağlamak, güldüğün zaman gülmek istiyorum.
5.3.938 Piraye”